Uzun süre ara verdikten sonra böyle harika bir kadının kitabı ile döndüğüm için mutluyum. Yazmaktan keyif alacağım. Jodi Picoult'tan sonra en sevdiğim roman yazarı sanırım. En azından bu türde. Yazarın psikoloji eğitimi aldığını okuduğumda şaşırmadım.
Kitap gerçekten duygusal. Öyle ağlatan türden değil, daha ince, daha dokunaklı, daha derin. Eve karakteri özellikle hayran olduğum bir karakterdi. Libby de güçlü olmasına rağmen her iki kadının da Jack'te hayatlarını tehlikeye atacak kadar ne bulduğunu anlamakta zorlandım.
Jack iyi biriydi, bir çok yönden takdir edilesiydi ancak kadınların yanında biraz daha sönük ve özelliksizdi sanki. En büyük özelliği bu iki muhteşem kadına delicesine aşık olmasıydı ancak kişiliğinin daha ilginç bir özelliği de yoktu.
Kitabın arka kapak yazısını okuduğunuzda çok basit geliyor. Bir adamın ikinci karısı olmayı, ölmüş biri ile mücadeleyi anlatıyor. 545 sayfa ne yazılabilir bu konuda diye şaşırıyorsunuz. Konu da öyle ilginizi çekmiyor. Ancak o kadar sürükleyici, derin, bir çok şeyi düşündüren bir hikaye buluyorsunuz ki karşınızda elinizden bırakamıyorsunuz.
Ben Eve'de kendimi buldum zaman zaman. Herkesin aynı şeyi düşüneceğine eminim çünkü onun yaptığı seçimleri yapmamış, onun kadar çaresiz olmamış, o kadar acı çekmiş olmasak dahi Eve gerçek hayatın acımasız bir fotoğrafıydı. Hayat hakkındaki söylediklerini anlıyordum. Hayatını sürekli sarpa sarmasında, sürekli kendini eşyalarını toplayıp ayrılırken bulmasında, biraz olsun istikrar ve güven istemesinde ancak yine de kendi hayatının iplerini kimseye bırakacak güveni bulamamasında kendimi gördüm. Hissettim. Bu yazarın yetenekli oluşundan mı kaynaklanıyordu yoksa ben mi karakteri çok sevdim bilmem. Kusurları da tabi ki var ancak ben sevdim. Ve bir kitabı sevdiğimde kusurların hiç birini görememe gibi bir özelliğim var. :) Şimdiden keyifli okumalar diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder