Jodi Picoult

Ah Jodi ah! Kendisini gururla en sevdiğim yazar olarak tanıtmaktan mutluluk duyuyorum. Gerçi en sevdiğim yazarlardan desem daha doğru olurdu çünkü bu konuda kafam karışabiliyor. :)  Ama eğer bir gün bir kitap yazacak, yazabilecek olursam olmak istediğim insandır kendisi. Örnek aldığım, onun gibi yazabilmek istediğim, okuduğum her kitabından sonra bazen derin derin ah çekerek, bazen de gözyaşları içinde günlerce beni düşündüren insandır.


Güzel insandır kendisi. Bu nedenle de okuduğum kitapları ve tabi ki kendisi hakkında bir yazı yazmak istedim.  
Kendisi sade, akıcı, sürükleyici bir dil kullanır. Ancak asla fazla basit, yavan kalma hatasına da düşmez. Kurgusu gerçekçidir, tutarlıdır ve okurken ne kadar araştırma yapıldığını emek harcandığını hissedersiniz. Ama en iyi yanı bu değildir bana göre(Şunu da belirtmem gerekir ki Jodi Picoult konusunda asla tarafsız ve nesnel değilim. Ne yapayım, seviyorum kadını). Onun karakterleri siyah ya da beyaz değil gri bölgede kalan, sürekli ahlaki ikilemlerle boğuşan, doğruyu bulmaya çalışırken bir arayışta olan ve bu yolculukta az ya da çok bir değişim yaşayan insanlardır. Onları okurken ister istemez sizde kendi arayışınıza başlamış olursunuz. Sizi düşündürür kitap. Ben olsaydım ne yapardım demekten kendinizi alamaz, her iki tarafı da haklı bulursunuz kimi zaman(ki çoğu zaman iki taraf ve bir mahkeme salonu mevcuttur). 
Bazen cevap çok net, çok açıkken bir anda bir kararsızlık çöker, her şey bulanır. Sonuç olarak Jodi Picoult sizi düşündüren kitaplar yazar. Bunu yaparken sizi sıkmaz, bir çırpıda okursunuz kitabı. Hatta zaman zaman sizi güldürür yada ağlatır da. Kısacası onda her şey tam kararındadır. 
Tabi neredeyse tüm kitaplarını okuyunca sürekli tekrar eden durumları, her kitapta bulunan mahkeme salonlarını, birbirine çok benzeyen avukat tiplemelerini fark ediyorsunuz. Ama ben Jodi'yi seviyorum. Böyle küçük meseleler yüzünden eleştiremem onu.
ANLAŞMA
Kendisinin okuduğum ilk kitabı ve hayranlığımın başladığı noktadır. yazarı okumaya devam ettikçe bu sevgim atış gösterse de en sevdiğim kitap olarak Anlaşma gönlümdeki tahtını korudu. Hala kitap ne zaman karşıma çıksa satın alıyor, sevdiğim insanlara hediye ediyorum. Tabi bu psikopatça sevginin sebeplerini merak edenler olacaktır. Bu kitabı okumak bir insanı sevmenin son noktası nedir, bir insan diğerini en fazla ne kadar sevebilir, sorularına kafamdaki cevabı oluşturdu. O günden sonra okuduğum, yaşadığım, duyduğum hiç bir olay bende vay be aşka, sevdaya bak hissi uyandıramadı. İkinci olarak kitapta çok derin işlenmiş bir çok karakter bulunuyordu. Tüm bu karakterlerin aynı olaya, aynı acıya farklı tepkilerini, bakış açılarını görmek, her birini anlamak, yine de insan doğasının ne kadar karmaşık olduğunu görmek müthişti. Kitabın sonunun getirdiği hüzünle, kitabın bitmesinden doğan hüzün birbirine karışırken bir yandan da insanı sorgulamaya, düşünmeye itiyor. Daha da diyecek bir şey bulamıyorum kendileri hakkında. Şiddetle tavsiye edilir. 
KIZ KARDEŞİM İÇİN
Kitabın sonunun beni şaşırttığı ile başlamak istiyorum önce. Şaşırdım, üzüldüm hatta gözyaşlarımı tutamadım ama düşününce bu hikayeye en çok yakışabilecek son da buydu. Kitapta yine ahlaki ikilemler had safhada olsa benim fikrim en başından beri sabitti. Bu nedenle de Sara'ya ne anlayış gösterebildim ne de onu sevebildim. Yine ona ona acımamak da elimde değildi. Mükemmel olmasa da okuduğum mükemmele en yakın romanlardan biriydi. Şiddetle tavsiye ederim diyeceğim ama sürekli aynı şeyi söyleyerek tekrara düşmek de istemiyorum.
YAPBOZ
Yine iç acıtan, yine ben olsam ne yapardım dedirten, yine düşündüren, zaman zaman şaşırtan bir roman. Küçücük bir çocuğa yapılan cinsel taciz, verilen bir hukuk mücadelesi, işlenen cinayetler. Hikayede kimse iyi değil, kimse kötü de değil. Okuduktan sonra kendinizi sorgulamaya, ben ne yapardım sorusunun cevabını bulmaya, bekli de kendinizle tanışmaya hazır olun.
TAŞ KAĞIT MAKAS
Okumuş olan herkes Yeşil Yol filmini ya da kitabını hatırlamıştır muhakkak. Ama beni sıkmadı bu durum. Sonu hayal kırıklığına uğratmamakla birlikte şaşırtıcı olduğu da söylenemezdi. Dili akıcı, yine sorulacak bir çok soru var. Ve çekilen çokça acı. İnsan sevdikleri için neler yapar? Sevdiklerimizi kaybetmeye ne kadar katlanabiliriz, nasıl katlanabiliriz? Ve daha pek çok soru. Özellikle her bölümün başında verilen alıntılara da bayıldığımı belirtmem gerekir. Yazar çok iyi seçimler yapmış. Her zaman cesur konularla karşımızda olsa da dini sorgulayan, dini konu edinen böyle bir kitap yazdığı için de kendisini bir kez daha tebrik etmek gerektiğini düşünüyorum.
ABRA KADABRA
Bu sefer de ebeveynlik nedir, nasıl bir şeydir, iyi ebeveyn nasıl olur bu ve benzeri soruları soruyoruz. Alkolik annesinden kurtarmak için kızınızı alıp bütün hayatınızı değiştirir miydiniz? Bir annenin kötü bir anne olması onu çocuğundan ayırmak için yeterli bir sebep midir? Ya da iyi bir anne, iyi bir ebeveyn nasıl olunur? Kitap bu soruların cevabını vermiyor tabi. Delia'nın yaptığı seçim ve bizim bulduğumuz cevaplar uyuşmasa da kitap bize Delia'nın arayışını gösterirken kendi arayışımız için fırsat sunuyor.
EVE DÖNÜŞ ŞARKISI
Yazarın diğer kitaplarına göre daha basit yazılmış ve aynı havayı vermekte de biraz eksik kalıyor. Ancak çok daha espirili ve çok daha farklı. Kitabı sevdim ancak eksikleri de çok. Konusu ve tarzı sebebi ile okuduğum için mutlu olsam da beklenti diğer kitaplara göre daha düşük tutulabilir. Yazar Aşk, aile, evlilik konuları üzerinde durmuş. Zoe de hayranlık uyandıran bir karakter. Eşcinsellerin yaşadığı sorunlara da dikkat çekmiş. Okurken etkileyici, içinize işleyecek cümlelerle karşılaşabilirsiniz.
HİKAYECİ
Bu sefer kahramanımız bir Nazi subayı. Ağır bir dram, sürekli geçmişe dönüşler, işlenmiş çok ağır bir suç, ölmek isteyen bir adam. Bir Jodi Picoult romanı için olması gereken her şey mevcut. Ölüm ve vicdan azabı işlenen günahları silebilir mi diye soruyor insan ister istemez. Kendi cevaplarınızı ararken Naziler ve Nazi Almanyası hakkında yeni şeyler öğrenme fırsatı elde etmiş oluyorsunuz. Şimdiden keyifli ya da belki hüzünlü okumalar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder